07 Mart '19 14:51
Paylaş

SÜRGÜN YAZARIN MİMOZA SEVDASI

SÜRGÜN YAZARIN MİMOZA SEVDASI

Balıkçılar balıkçısı, Cevat Şakir Kabaağaçlı, çocukluğunda bir gün (ki o zaman adı henüz Musa Cevat Şakir'dir) İngilizce öğretmeni Misis Reader'in karşısına, şu yürek yakıcı soruyla dikilir: "İnsanlar birbirini neden öldürüyorlar Misis Reader?"

 

Gözleri yaşlarla dolan Misis, bu yufka yürekli çocuğun annesi İsmet Hanım'a dönerek, "Bu çocuk nasıl yaşayacak?" diye sızlanacaktır. Balıkçımız 1890'da doğmuştur ve çocukluğu da coğrafyamızda kanın eksik olmadığı yıllara rastlıyordur.

 

Kaderin cilvesine bakın ki Cevat Şakir, bir gün babası Mehmet Şakir Paşa'yı kaza kurşunuyla vuracak ve 15 yıl mahkumiyet alıp 7 yıl mahpuslarda yattıktan sonra, yakalandığı verem hastalığından ötürü affedilip özgürlüğüne kavuşabilecektir.

 

Aynı Cevat Şakir, 1925 yılının ramazan bayramı akşamında, Üsküdar Şemsi Paşa'daki evlerinde, kalabalık ailesiyle neşe içinde sofraya oturduğunda, kapının çalınmasıyla hayatının bütün rengini değiştirecek bir yolculuğa adım atacaktır.

 

Yazarımız, Resimli Hafta dergisinin 13 Nisan 1925 tarihli sayısında Hüseyin Kenan müstearıyla yazdığı "Hapishanede İdama Mahkum Olanlar Bile Bile İdama Nasıl Giderler" başlıklı hikayede, Harbi Umumi sırasında mahkemeye çıkarılmadan idam edilen asker firarisi erlerin son gecesini anlatmıştır.

 

Ankara İstiklal Mahkemesi'nin açtığı dava sonucu 28 Nisan 1925'te Bodrum'a 3 yıllık sürgüne gönderilecektir. Suçu, söz konusu yazısının 'halkı askerlikten soğutacak nitelikte ve seferberlik aleyhine kasıtlı olarak mahirane bir tarzda icra edilmiş olması'dır.

 

Robert Kolej'i ve Oxford'u bitiren; geride Mavi Sürgün, Aganta Burina Burinata, Sonsuzluk Sessiz Büyür, Deniz Gurbetçileri gibi denize, tarihe, Anadolu'ya ve Bodrum'a dair bir kütüphane dolusu roman, hikaye, anı ve bilimsel kitap bırakan Cevat Şakir Kabaağaçlı, bunca kitabıyla değil de canına can katan Bodrum'la anılmak ister gibidir.

 

Bodrum'un eski çağlardaki adından mülhem 'Halikarnas Balıkçısı' adını alması da onun anlı şanlı bir yazardan çok elleriyle yeşerttiği 'kasaba'nın balıkçısı olarak bilinmek istediğini gösterir.

 

Üç yıllığına gönderildiği Bodrum'da bir buçuk yıl kaldıktan sonra İstanbul'a alınır; ama onun canı hep Bodrum'u çekmektedir.

 

Nihayet yeniden döndüğünde, artık 22 yıl kalacağı bu deniz kasabasının hizmetçisi olacak ve onu yeni baştan kuracaktır.

 

Bodrum'u neden bu kadar sever Cevat Şakir? Kendisine kulak verelim: "Burası engin göklerin memleketidir. İçten gelen bir türküyü kapıp koyuverin, uzaklaştıkça, türkü gökte masmavi olur. Işık burada yalnız karanlığı aydınlatmakla kalmaz. Aydınlattığı maddeyi değiştirir ve bir şair rüyasına çevirir."

 

Cevat Şakir'e Bodrum'un balıkçısı, bahçıvanı, eğitmeni, halk filozofu dense yeridir. Bodrum'un belediye parkının gönüllü bahçıvanı olmuştur. Ne mi yapmıştır? Şehri baştan başa kaktüs, tropikal çiçekler, Akdeniz bitkileri, bougenvillalar, okaliptüsler, palmiye, hurma ve fıstık ağaçlarıyla donatmıştır.

 

İyiden iyiye balıkçılıkla uğraşmış, Londra'dan balık tutma aletleri getirtmiş; 'Yatağan' adlı teknesiyle denizlerde kendine mavi bir dünya kurmuştur.

 

Kızı İsmet Noonan Hanım, babasıyla ilgili bir kitap yazan İlknur Hatice Önal'a onun Bodrum için yaptıklarını şöyle anlatır: "Babam, Bodrum'u güzelleştirmek için elinden ne geldiyse hiçbir çıkar beklemeden yaptı. Brezilya'dan, tropik ülkelerden tohumlar getirtti.

 

Mimoza, anber, okaliptüs ağaçları, palmiyeler dikti. Bodrum'da narenciyenin gelişmesine hizmet etmiştir. Greyfurt fidanını ilk defa Türkiye'ye o getirmiştir. Bodrumlular ekşi olduğundan dolayı ilk önce dikmek istememişler, Cevat Şakir onları ikna etmiştir.

 

Cevat Şakir, Bodrum'da yaşadığı yıllarda sadece bir yazar değil, bir bahçıvan, bir öğretmen, bir balıkçıdır."

 

İsmet Hanım, Turgut Reis İlkokulu'nda okuduğu yıllarda sık sık okuldan kaçıp belediye parkına, babasının yanına gidermiş. Öğretmenine çiçek götürmek istediğinde, babası ona kendi elleriyle en güzellerinden bir demet yaparmış.

 

Manevi oğlu Şadan Gökovalı anlatır ki, Balıkçı'mız Prosper Merime'nin 'Karmen'ini Türkçe'ye çevirirken İspanyol kızın tütün imalathanesine saçlarına mimoza demetleri takarak girdiğini okuyunca hemen aklına şu gelir: "Neden benim Bodrumlu esmer kızlarım da saçlarına mimoza demetleri takmasınlar!"

 

Durur mu Balıkçı, hemen Bodrum'da mimoza yetiştirmeye karar verir ve Paris'ten tohum getirtir. Bodrum'un her yanını mimozalarla donatır, sonra bunlar çiçek çiçek köpürmeye başlar.

 

Bir gün sokaktan geçen düğün alayında Bodrumlu esmer kızların saçlarına mimozalar taktıklarını görünce keyiften dört köşe olup "Mimozayı onlar için yetiştirmiştim." diye haykıracaktır.

 

Balıkçının çiçeklere, ağaçlara düşkünlüğü anlatmakla bitecek cinsten değildir. İkinci eşi ve dayısının kızı Hamdiye Hanım'ın, İlknur Hatice Önal'a anlattığına göre balıkçımız, Üsküdar'da otururlarken de evlerinin bahçesinde renk renk çiçekler yetiştirirmiş.

 

Bir ara yıldız (dalya) çiçeklerine merak sarmış. Bir gün dalyaları birisine verelim diye tutturmuş; eşi karşı çıkmış buna. Hamdiye Hanım bir sabah ne gönsün, Cevat Şakir erkenden kalkmış, giyinmiş, dalyaların soğanlarını cebine dolduruyor… İşin gerçeği, Balıkçı cebinden çiçek tohumunu, soğanını hiç eksik etmiş değildir.

 

Bir gün çok sevdiği Bodrum'dan ayrılıp İzmir'e taşınmak zorunda kaldıklarında, yine ceplerine doldurduğu tohumları Bodrum'un dört bir yanına serpecek, canına can katan Bodrum'a öyle veda edecektir.

 

Veda etmesine edecektir de Balıkçı'nın kalbi Bodrum'da yeşerttiği bin bir çeşit ağaçta, çiçekte asılı kalmıştır.

 

İzmir'de yaşadığı yıllarda, arada bir Bodrum'a gelir, canından can, ruhundan ruh kattığı bu kentin insanları, ağaçları ve deniziyle hasret giderirmiş.

 

Dostu Haluk Elbe'nin anlattığına göre Balıkçı, Bodrum'a her gelişinde eski denizci dostlarıyla konuştuktan sonra doğru ağaç dostlarının yanına gidermiş.

 

"Bir bir her ağacın yanına varır, bir merhaba çeker, gövdesini kocaman eliyle sıvazlar, ağacı okşardı. Sonra sanki bir insandan bahsediyormuş gibi hakkında uzun açıklamalarda bulunurdu.

 

Geçmişini, nereden ve nasıl geldiğini, huylarını, yararlarını anlatırdı. Bana öyle gelirdi ki ağaçları onu Davudî sesinden tanırdı." diyor Haluk Elbe.

 

İşte yine yazın ucu göründü. Yine geliyor Bodrum mevsimi. Her yaz Bodrum'a taşınan yüksek sosyetemiz, azman zenginlerimiz, eğlence dünyasının anlı şanlı seçkinleri acaba Balıkçı'yı tanır mı? Bir zaman buralarda bir garip, bir çiçek sevdalısı adam yaşamış derler mi?

 

Onun yeşerttiği ağaçlara, dünyanın dört yanından getirdiği çiçeklere bakıp adını anarlar mı? Yoksa gözleri bile görmez mi onları, yoksa Balıkçı'nın adını duymamışlar mıdır?

 

Ve hâlâ mimozalar açar mı Bodrum'da; hâlâ saçlarına mimozalar takan esmer kızlar yaşar mı orada?

 

Ali Çolak

 

HABER HAKKINDA YORUMLAR

Zeynep Eşiyok 5 Yıl önce

elinize sağlık çok güzel

Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz. Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın

Kapat ve Kabul et